Yoksa siz Antakya'yı ziyaret etmediniz mi


Evet Arkadaşlar Bugün Yine güzel bir içerik ile sizlerleyim :)

İsyankar Nehri'nin iki yanına dağılmış bu kent için 'mozaik' kadar 'ütopya' sözcüğünü kullanmak olası. Çünkü Antakya öyle bir kent ki bir caminin duvarını paylaştığı kilisenin yer aldığı çembere bir de sinagog sığar; köy kahvelerinde Arapça, Ermenice ve Türkçe kelimeler birbirine geçer; bayramlar ortaklaşa kutlanır ve sofralarda birlikte yemek yenir. Tek bir coğrafyadan ayrılan bir hayli renk. Bu doğrultusuyla Antakya için 'pırlanta' demek de pekala olası.

Antakya'yı Antakya yapan bu çok renklilik şüphesiz hemen her anda ve alanda kendini belirli ediyor. Tarihi kentin dar caddelerinde yürürken; dağlarında kekiği, sahillerinde denizi, ovalarında portakal çiçeklerini koklarken efsanelerde yaşayan ve tabiat tarafından kutsanmış bu kente tekerrür tekerrür hayran kalıyorsunuz.

Akdeniz abuhavasının sarmaladığı Antakya'ya hemen her mevsimde yolunuzu düşürebilirsiniz. Tarihi, tabiatı, mitolojiyi, lezzetli yemekleri ve tüm dinleri bağrına basan Hatay'ın merkezi Antakya'yı -şayet bu kısım yeterli gelmediyse- neden ziyaret etmelisiniz, sizin için listeledik.

Mitolojik ismi ile 'Antiocheia'

Anlatılagelen efsaneye göre Makedon Kralı Büyük İskender MÖ 333 senesinde fetihlerine Anadolu'dan güneye doğru devam ederken bir tatlı su kaynağında dinlenmek üzere mola verir. Suyu içerken annesini hatırlayıp duygulanır ve pınara annesi Olympias'ın adını verir; burada bir çeşme ve kale inşa edilmesini buyurur. O etrafta bir şehir kurmakla görevlendirdiği generallerinden Seleucus I. Nicator ise şehri bütün olarak nereye kuracağını tanımlamak için kurban kesip yaradanlar takviye ister. O esnada süzülerek gelen bir kartal kurbanın etinden bir parçayı alır ve bugün Antakya'nın olduğu yere vazgeçer. General şehrin buraya kurulmasına ve isminin babasının ismi Antiocheia olmasına karar verir.

Zengin mozaik koleksiyonu ile hatay arkeoloji müzesi

Fransız hükümeti yönetimi yarıyılında Antakya, Samandağ, Atçana, Harbiye ve İskenderun'daki kazılarda çıkartılan yapıtları sergilemek için mimar Michel Ecocherde'nin projesiyle 1934 senesinde inşaatına başlanan müze, 1948'de ziyarete açıldı. Neolitik Çağ'dan Bizans yarıyılına kadar değişik uygarlıkların izlerinin görülebildiği müze, Tunus'tan sonra dünyanın ikinci büyük mozaik koleksiyonuna konut sahipliği yapması ile ehemmiyet taşıyor.

Popülasyonu yalnızca Ermenilerden oluşan Vakıflı Köyü

Türkiye hudutları içinde popülasyonu yalnızca Ermenilerden oluşan tek köy olan Vakıflı, 35 hanesi ve 160 karakter popülasyonuyla minik ama özel bir mesken. Musa Dağı eteklerinden suratını Akdeniz'e dönen köyde ahali, zamanında yeniden beraber inşa ettikleri Meryem Ana Kilisesi'nin avlusunda natürel usullerle ürettikleri ceviz reçellerini, nar ekşilerini, zeytinyağlarını, likörleri ve şarapları tezgahlarına çıkarıyor. Her sene Ağustos ayında değişik ülkelerden gelen Ermenilerin 'Üzüm Bayramı'nı kutladıkları bu kilisenin 1924'te daha önceki bir ipek fabrikasından dönüştürüldüğünü de ilave edelim.

Ananesel usullerle üretilen defne sabunu

Yapraklarını dökmeyen defne ağacının meyvesinden çıkan yağ ile yapılan Antakya'ya has sabun, millet arasında 'garlı sabun' olarak anılıyor. Binlerce yıldır süregelen ananesel usullerle üretilmeye devam edilen sabun, cilt için çok bedelli bir arınıcı. Ten hastalıklarına iyi geldiği ve saç köklerindeki hücreleri canlandırdığı söyleniyor.

Sofrada boş yer vazgeçmeyen yöresel kahvaltı

Antakya mutfağında 'attun' denilen yeşil kırma zeytin; zeytine ilave edilen ceviz, taze soğan ve nar ekşisi ile hazırlanan zahter; taze çökeleğin muhtelif baharatlarla yoğurulduğu ve biçim verilerek bekletildiği Sürk peyniri; taze Antakya peyniri; tuzlanıp incir odunu ateşinde ve bakır kazanlarda kaynatılan ve pembe renk alan yoğurt; acı Samandağ biberi; biberli ekmek; kimyon ve tuzla yenen, bildiğimiz simitlerden daha uzun ve ince formuyla Antakya simidi; bakla ezmesi; peynir kızartması; kekik salatası… ve hepsinin üzerine ilave edilmiş bol zeytinyağı. Şenlikli ve uzun kahvaltılardan zevk alanlar için ideal.

Kahvenin yanında kömbe

Uzun vakit saklanabildiği için 'çay saatlerinin yatılı davetliyi' olarak da belirlenen kömbe, Antakya'ya has bir kurabiye. Yumurta kapsamadığı için ağzı sıkıca kapatılmış bir kavanozda aylarca gizleyebileceğiniz kömbe, yörede şeker bayramlarının bırakılmazlarından ve Türk kahvesinin yanında kesinlikle yenmesi gerekenlerden. Tarçın, karanfil, muskat, damla sakızı, yeni bahar, zencefil, mahlep ile hazırlanan bu -tıpkı Antakya'nın kendisi gibi- zengin tatlı, her damakta değişik bir tat vazgeçmesi ile son derece özel.

Affan Kahvesi'nde bici bici

Daha Önceki Antakya'nın bütün merkezinde 1947'den beri bir aile firması olarak hizmet veren Affan Kahvesi, çini tabanlı, yüksek tavanlı, ahşap masa-sandalyeli ve sarmaşıklarla örtülü arka bahçesi ile karşılıyor davetlilerini. İçtiğiniz zaman anında ayıltan sertlikte Affan kahvesinin yanı gizeme nişasta, süt ve vanilya ile yapıldıktan sonra meyve parçaları, gül suyu ve pudra şekeri ile servis edilen Bici Bici ile tanınmış.

Yiyebileceğiniz en iyi döner

Antakya'daki döneri bu denli eşsiz kılan sebeplerden biri, yörede küçükbaş hayvan pek fazla seçim edilmediği için tamamı dana etinden yapılması. Yaşayan efsaneleri ile ustalığı jenerasyonlardır aktarılan döner, Antakya için önemli ve bir mevzu. Öyle ki -şayet doğru adreste iseniz- servisi 12 gibi başlayan döneri saat 4 olduğunda bulamıyorsunuz.

Ve kapanış: Künefe

Hatay'ın özel tuzsuz peyniri ile hazırlanıp kömürde ağır ağır pişen, tabakta şerbetlenip isteğinize göre fıstık veya dondurma ile yiyebileceğiniz künefe, şayet Antakya'da yaşamıyorsanız bünyenize stoklayıp öyle geri dönmeniz gereken lezzetlerden. Üzerini kıtır seçim ediyorsanız Harbiye tarafındaki lokantalara, elde taze dökülmüş kadayıfın tadına bakmak isterseniz Uzun Çarşı'daki İbrahim Usta'ya gitmenizi öneririz.

Bu yazı Oggusto.com'dan alınmıştır.

Uymarım Yararlı Olmuşumdur Beni Takip Etmeyi Unutmayın

Yorumlar